Asr-ı Saadet

Peygamber efendimizin hayatı ve asr-ı saadetten kesitlerin yer aldığı köşemiz.




Bedir savaşından sonra Hicretin İkinci Senesinin Diğer Mühim Hâdiseleri nelerdir?

Ramazan Orucunun Farz Kılınması

Ramazan orucu, kıblenin Kâbe tarafına çevrilişinden bir ay sonra, Pey­gam­be­ri­mizin Medine’ye hicretinin 18. ayının başlarında, Şâban ayında farz kılındı. Bu hususta indirilen ayetlerde meâlen şöyle buyruldu:

“Ey iman edenler! Sizden önceki(ümmet)lere farz kılındığı gibi, size de —takvaya eresiniz, nefsinize hâkim olasınız diye— oruç, farz kılındı.

...

“Ramazan ayı öyle bir aydır ki insanlara doğru yolu gösteren, açık ayetleri kendisinde toplayan, hak ile bâtılı ayırt eden Kur’an, onda indirildi.

“O halde, sizden her kim o aya erişirse, onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur yahut seferde bulunursa, tutmadığı günler sayısınca başka günlerde kaza et­sin.

“Allah, size kolaylık diler, güçlük dilemez. Bu da, o sayıyı ikmâl ve size olan hidayetine karşı Allah’ı tekbir etmeniz içindir. Gerek ki şükredersiniz!”[1]

Ramazan orucu, İslam dininin beş şartından birisidir.

Bedirden Sonra Benî Kaynuka Gazâsı nasıl olmuştur?

(Hicret’in 2. senesi Şevvâl ayı / Milâdî 624)

Müslümanların Bedir Harbi’nden parlak bir muzafferiyetle çıkmaları, Me­dine’deki Yahudilerin endişelerini büsbütün ar­tırdı. Pey­gam­be­ri­mizle arala­rında sulh antlaşması bulunmasına rağmen gizliden gizliye bozgunculuğa ve kış­kırtıcılığa başladıkları göze çarpıyordu. Peygamber Efen­dimiz, her şeye rağ­men, ehl-i kitap oluşlarından dolayı kendilerine müsamahalı davranıyordu. An­cak onlar hal ve hareketleriyle bu insanî muamelelere lâyık olmadıklarını açık­ça gösteriyorlardı. Şâirleri, Pey­gam­be­ri­mizi hicvediyor, Müslümanları kü­çük düşürücü mısralar düzüyorlardı.

Bedirden sonra Münafıkların Ortaya Çıkması

Peygamber Efendimiz, Medine’ye teşrif ettiklerinde, ora­da başlıca Müslü­man Araplar, müşrik Araplar, ehl-i kitap olan Yahudiler ve çok az sayıda da Hı­ristiyan vardı.

Resûl-i Ekrem Efendimizin yerleşmesinden sonra, İslamiyet Me­dine’de da­ha yaygın bir hale geldi. Medineliler grup halinde Müs­lüman oldular. Bu ara­da Peygamber Efendimiz, Müslümanları si­yasî ve idarî bir teşkilâta kavuş­tur­du.

İşte bu sırada, yeni bir zümre daha ortaya çıktı: Kalben inanmadıkları halde Müslüman gözüken bir grup münafık!

Pey­gam­be­ri­mizin Medine’ye teşriflerinden az önce, ara­larında senelerce sü­ren dâhilî çarpışma ve kavgalardan bitkin düşen Medine’nin yerli kabileleri Evs ve Hazreç, aralarında anlaşarak Abdullah b. Übey b. Selûl’ü kendilerine hü­kümdar yapmaya karar vermişlerdi. Hatta başına giy­direcekleri hükümdar­lık tacını bile sipariş etmiş­lerdi.[1]

Bedir Savaşı nasıl gerçekleşmiştir?

(Hicret’in 2. senesi 17 Ramazan / Milâdî 13 Mart 624 Cuma)
Ku­reyş’in Ticaret Kervanı

Hicret’in 2. senesinde Ku­reyş müşrikleri, bir ticaret ker­vanı hazırlamışlardı. Şam pazarına gönderilen kervana, Mekke’den kadın erkek hemen hemen her­kes hisselerine göre ortak idiler. Bin deveden meydana gelen ve serma­yesi elli bin dinar olan bu büyük ticaret kervanının satılan malları karşılığında harbe hazırlık için silah alınacaktı. Ker­vanın yola çıkarılmasındaki asıl maksat buy­du. Ku­reyş­li­ler ayrıca kervanla birlikte Ebû Süfyan başkanlığında otuz, kırk ki­şi kadar muhâfız da göndermişlerdi.[1]
Pey­gam­be­ri­mizin Durumu Haber Alması

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu durumu haber aldı. Ebû Süfyan başkanlığın­daki bu büyük ticaret kervanının Mekke’ye dönmesine mani olmaya karar verdi. Teşkil ettiği 300 kişiyi aşkın (305-315) sahabeyle yola çıkmaya hazırlandı.
Sa’d ve Babası

İfk hadisesi nedir?

Zâhiren iman etmiş görünüp hakikatte iman etmemiş münafıklar gürûhu, her zaman her fırsatta Resûl-i Ekrem Efendimizi ve ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bu maksatlarında muvaffak olmak için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan asla çekinmiyorlardı. Öyle ki Kâinatın Efendisinin lekesiz, tertemiz mahrem hayatına dil uzatacak kadar küstah ve âdice hareket edebilme cür’etini bile gösterebiliyorlardı.

İfk Hadisesi, Hz. Âişe (r.a.) validemize, münafıkların reisi Abdullah b. Übey tarafından yapılan iftira hadisesidir. Hadise şöyle cereyan etmiştir:

Hz. Âişe’den (r.a.) öğrendiğimize göre, Re­sû­lul­lah (a.s.m.) herhangi bir se­fere çıkacakları zaman Ezvac-ı Tâ­hi­rat arasında kur’a çeker, kur’a kime düşerse onu beraberinde götürürdü.[1]Benî Müstalık Gazâsı’nda ise, kur’a, Hz. Âişe vali­demize düşmüştü.[2]

Hadisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe validemiz şöyle anlatmıştır:

Peygamberimizin Hz. Cüveyriye ile nasıl evlenmiştir?

Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık kabilesi reisi Hâris b. Ebî Dırar’ın kızı idi. Müreysi Gazâsı’nda alınan esirlerden biri de oydu. Kocası Müsafi b. Safvan, Pey­gam­be­ri­mizin amansız düşmanlarından biriydi. Harpte öldürülünce, Hz. Cüveyriye dul kalmıştı.

Esirler, mücahitler arasında bölüştürüldüğü zaman, Hz. Cü­veyriye, Sâbit b. Kays ile amcası oğlunun hissesine düşmüştü.[1]

Hz. Cüveyriye, Sâbit b. Kays’la anlaşmış, kesişme yapmıştı.[2]Tayin edilen fidyeyi ödediği takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Fakat fidye ödeyecek imkânı yoktu. Bu sebeple Peygamber Efendimize müracaat etti ve fidye-i necatının ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, “Sana, bundan daha hayırlı olan yok mu­dur?” diye sordu.

Beklenmedik bir soruya muhatab olan Hz. Cüveyriye, birden şaşırdı. Hürri­yetine kavuşmaktan, tekrar anne ve babasına, yurduna varmaktan daha hayırlı ne olabilirdi?

Benî Müstalık Gazâsı nasıl olmuştur?

(Hicret’in 5. senesi Şâban ayı)

Huzaa kabilesinden Benî Müstalık oymağının reisi Hâris b. Ebî Dırar, kabi­le­siyle birlikte etrafta sözünü geçir­diği birkaç Arap kabilesini daha bir araya toplayarak Medine’ye, Müslümanların üzerine yürümeye hazırlanı­yordu.[1]

Böyle bir hazırlığın olduğu haberi Medine’ye ulaştı. Pey­gamber Efendimiz, önce haberin doğruluk derecesini öğ­renmek istiyordu. Bu maksatla, ashaptan Büreyde b. Husayb el-Eslemî’yi vazifelendir­di. Hz. Büreyde, Benî Müstalık yur­duna gidecek, durumu öğrene­cekti.

Hz. Büreyde, Medine’den ayrılmadan önce, Pey­gam­be­ri­mize, onları şüphe­lendirmemek ve kendini muhafaza et­mek gayesiyle hakikate muhalif beyanda bulunup bulunamayacağını sordu. Resûl-i Ekrem, gerektiğinde böyle hareket edebileceği müsaadesini verdi.

Peygamberimizin hz. Zeynep bint-i Cahş'la nasıl evlenmiştir?

(Hicret’in 5. senesi Zilkade ayı)

Hz. Zeyneb bint-i Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme bint-i Ab­dül­mut­ta­lib’in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evlatlık edindiği Hz. Zeyd b. Hârise’yle evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ek­rem Efendimiz yapmıştı[1]

Hz. Zeyneb ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri halde, sırf Pey­gamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi.[2]
Hz. Zeyd’in, Hz. Zeyneb’i Boşaması

Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeyneb’i kendisine mânen küfüv [denk] bul­mu­yordu. Bu durum, mânevî imtizaçsızlığa sebep oluyor­du. Nitekim evli­liklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gele­rek, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben, ailemden ayrılmak istiyorum” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, cevaben, “Zevceni tut, boşa­ma! Allah’­tan kork!” buyurdu.[3]

Dûmetü'l-Cendel Gazâsı nasıl olmuştur?

(Hicret’in 5. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 626)

Birkaç Arap kabilesi, Medine’ye on beş gece uzaklıkta bulunan Şam belde­lerinden biri olan Dûmetü’l-Cendel’de toplanarak, gelen giden yolcuları rahat­sız ediyor, onlara zulmediyorlardı. Ayrıca İslam devletinin başşehri Medine üze­rine yürümeye de hazırlanıyorlardı.[1]

Pey­gam­be­ri­miz, bu durumu haber aldı. Vakit geçirmeden bin kişilik ordu­suyla yola çıktı. Efendimiz, bu tarz gazâlarda daima düş­manı yerinde ve ânın­da bastırmak tarzını tercih ederdi. Ordusuyla adı geçen mevkiye vardı­ğında or­talıkta kimseler görünmüyordu. Düşman, İslam ordusunun üzerlerine gel­mek­te olduğunu duy­muş ve kaçmıştı! Yalnız bir kişiye rastladılar; o da da­vet üze­rine Müslüman oldu.[2]

Resûl-i Ekrem Efendimiz, birkaç geceyi burada düşmanı beklemekle geçir­dikten sonra Medine’ye geri döndü.



____________________________________________

[1]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 62.
[2]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 62.

Hicrî Dördüncü Senenin Diğer Mühim Bazı Hâdiseleri nelerdir?

İçkinin Haram Kılınması

İçki, Hicret’in 4. yılında, Benî Nadîr Yahudilerinin yurt­larından sürgün edi­lip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.

İçki, üç safhada inen ayetlerle haram kılındı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine’ye teşrif ettikleri za­man Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oyna­nı­yor­du.

Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordu­lar. O sırada Hz. Ömer de, “Yâ Rabbi! İçki hakkında bize, açık ve kesin bir be­yanda bulun!” diye dua etti.

Bir müddet sonra, “Sana, içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: ‘Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür’”[1]meâlindeki ayet-i kerime nâzil oldu.

Bunun üzerine, Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.

Peygamberimizin, Hz. Ümmü seleme ile nasıl evlenmiştir?

Asıl ismi “Hind” olan Hz. Ümmü Seleme, Mahzumoğulları kabilesinden Ümeyye b. Muğîre’nin kızı idi. Kocası Abdullah b. Ab­dü’l-Esed, İslamiyeti ka­bul etmesinden dolayı müşriklerin eza ve cefasına maruz kalınca, Habeşistan’a hicret etmişti. Birçok Ku­reyş­li­nin Müslüman olduğu şayiası üzerine Mekke’ye dönmüş, ancak haberin asılsız olduğunu öğrenince, bin bir güçlükle bu sefer Medine’ye göç etmişti.

Habeş ülkesine her iki hicrette de, Hz. Ümmü Seleme, kocasıyla birlikte bulunmuştu.

Kocasının Uhud Harbi’nde yaralanması sonucu Hicret’in 4. yılının Cemazi­yelahir ayı sonuna doğru vefat etmesiyle birlikte, dört ço­cuğuyla Hz. Ümmü Seleme dul kalmıştı.
Ahidleşmek İstemeleri

Benî Nadir Gazâsı nasıl olmuştur?

(Hicret’in 4. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 625)

Benî Nadîr, Hz. Hârun’un (a.s.) neslinden gelen, zengin ve güçlü, büyük bir Yahudi kabilesiydi. Medine’ye iki saatlik mesafede, Mek­ke yolu üzerinde sağ­lam kale ve hisarlarda otururlardı. Resûl-i Ekrem Efendimizle, İslamiyet ve Müslümanların aleyhinde bulunmamak, bu hususta herhangi bir düşmana yar­dımcı olmamak, ayrıca ödenecek di­yetler konusunda da yardımcı bulun­mak üzere anlaşmaları vardı.[1]Ancak buna rağmen, Ku­reyş müşrikleri ve Me­di­ne münafıkları ile el altından iş birliği yapma gayretlerinden de vazgeçmiş de­ğillerdi. Bilhassa, Uhud Harbi’nden sonra, müşrikler ve münafıklar ile olan münâsebetlerini daha da artırmışlardı.

Daha önce bahsettiğimiz gibi, ashaptan Amr b. Ümey­ye, Pey­gam­be­ri­miz­den eman almış Âmir kabilesinden iki kişiyi yanlışlıkla öldürmüştü. Benî Na­dîr Yahudilerinin altına imza attıkları anlaşmaya göre, bu iki kişi için ödenecek diyetin bir kısmını onların karşılamaları gerekiyordu.

Bi'r-İ Maûna Faciası nedir?

Hicret’in 4. senesi Sefer ayı idi.

Benî Âmir kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Âmir b. Mâlik, Pey­gam­be­ri­mizi ziyaret maksadıyla Medine’ye geldi. Ebû Bera, samimi bir insan, Resûl-i Ekrem’e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûl-i Ekrem, “Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!” di­yerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya davet etti.

Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslamiyete kar­şı gösterdiği alâka­dan da vazgeçmedi. Peygamber Efen­dimize, “Yâ Muhammed! Beni davet etti­ğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabe­lerinden birkaçını Kur’an ve sün­ne­ti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!” dedi.[1]

Reci' Vak'ası nedir?

(Hicret’in 4. senesi Sefer ayı)

Uhud Harbi’nden sonra, Müslümanların harpteki mağlubiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde, İslam’ın merkezi Medine’ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü. Harekete ha­zırlananlardan biri de, Huzeyl kabilesinden Hâlid b. Süfyan idi. Medine üze­rine yürümek için hazır­lıklarını ta­mamlamıştı ki Peygamber Efendimiz du­rumu haber al­mış­tı. Ashâb-ı Suffa’dan Abdullah b. Üneys’i, haberin doğ­rulu­ğunu tahkik için göndermişti. Yayılan haberin doğru ol­duğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süf­yan’­dan öğ­renen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kolla­yıp, kı­lıcıyla onu öldürmüştü.[1]

Bu hadise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedâsız durmalarını sağla­mıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş olu­yordu.

Uhud Muharebesi nasıl gerçekleşmiştir?

(Hicret’in 3. senesi 7 Şevvâl / Milâdî 625)

Ku­reyş müşrikleri, Bedir’de uğradıkları hezimetin acısını bir türlü unutmak istemiyorlardı, daha doğrusu unutamıyorlardı. İleri gelenlerinden birçoğunu bu savaşta kaybetmişlerdi. Bir avuç Müs­lü­mandan yedikleri ağır darbeyle iz­zet-i nefisleri kırılmıştı. Civar kabileler nezdindeki prestijleri de haliyle sarsıl­mıştı.

Ayrıca sahilden giden Şam ticaret yollarının Resûl-i Ekrem tarafından de­vamlı kontrol altında tutulması da ticarî hayatlarına oldukça ağır darbe vuru­yor, onların askerî ve iktisadî mukavemetlerini kırıyordu. Ku­reyş müşrikleri bu se­fer Irak yoluyla Şam’a ticaret kervanlarını gön­dermeye başlamışlardı; ama bu­rası da Pey­gam­be­ri­miz tarafından kısa zamanda haber alınmış, gön­der­di­ği se­riy­ye ile bu yoldan giden ticaret kervanları kıstırılarak, mal­la­rına el ko­nulmuştu.