Asr-ı Saadet
Peygamber efendimizin hayatı ve asr-ı saadetten kesitlerin yer aldığı köşemiz.
Habeşistan'a hicret ne zaman olmuştur?
(Bi’setin 5. senesi Receb ayı / Milâdî 615)
Müşriklerin her gün biraz daha şiddetini artıran eziyet, hakaret ve işkenceleri neticesinde Mekke, Müslümanlar için yaşanmaz bir şehir haline gelmişti! Günden güne artan bu eza ve cefalar, dinî ibadetlerini de gönül rahatlığı içinde yapma imkânını ellerinden almıştı!
Müşriklerin, bu gaddarca ve merhametsizce davranışlarından kolay kolay vazgeçmeye de niyetleri yoktu.
Bunun için Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün Müslümanlara, “Siz, bâri yeryüzüne dağılın! Allah Teâlâ sizi yine bir araya getirir” dedi.
Sahabeler, “Yâ Resûlallah! Nereye gidelim?” diye sorunca da, eliyle Habeşistan’ın bulunduğu tarafı işaret ederek, “Siz Habeş ülkesine gitseniz iyi olur! Habeş hükümdarının yanında hiç kimse zulme uğramaz. Orası doğruluk yurdudur. Umulur ki Allah, sizi orada ferahlığa kavuşturur” buyurdu.
Kıble'nin Mescid-i Haram'a Çevrilmesi nasıl olmuştur?
Resûl-i Kibriya Efendimiz ile Müslümanlar, Medine’de namazlarını, Allah’ın emriyle, “peygamberler makamı” olan Kudüs’e, yani Beytü’l-Makdis’e doğru kılarlardı. Fakat Peygamber Efendimiz, öteden beri tevhid akîdesinin müstesna bir âbidesi olan yeryüzünün ilk mâbedi ve ceddi Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmayı kalben arzu ve temenni ediyordu. Müslümanlar da, hassaten muhacirler, kalplerinde aynı arzuyu taşıyorlardı. Çünkü beş vakit namazlarında Kâbe’ye yönelmek, vatanları Mekke’yi de yâdetmeye bir vesile olacaktı.
Yahudilerin de, “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!” diyerek sinsice dedikoduda bulunmaları onları rahatsız ettiğinden bu arzuları daha da kuvvetleniyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, tahvil-i kıble için vahyin gelmesini bekliyor, Cebrail’i (a.s.) gözetliyor ve Kâbe’yi temenni ederek dua ediyordu.
Seriyye Ve Gazâlar nelerdir?
Buvat Gazâsı
(Hicret’in 2. senesi Rebiülevvel ayı)
Bu tarihte Peygamber Efendimiz, beraberinde iki yüz muhacirle Medine’den yola çıktı. Maksadı, içlerinde azılı müşrik Ümeyye b. Halef’in de bulunduğu yüz kişilik bir muhâfız grubun kontrolü altında hareket eden 2 bin 500 develik büyük Kureyş kervanının üzerine yürüyerek onlara gözdağı vermekti.
Buvat dağına kadar giden Resûl-i Ekrem, kimseyle karşılaşmadı ve Medine’ye geri döndü.[1]
Safevan Gazâsı
(Hicret’in 2. senesi Rebiülevvel ayı)
Mekkeli müşriklerin adamlarından Kürz b. Câbir el-Fihrî, arkadaşlarıyla Medine otlaklarına kadar sokularak akın etmiş ve Medinelilere, Müslümanlara âit birçok hayvanı alıp götürmüştü.
Bu baskın üzerine Peygamber Efendimiz, Medine’de yerine Zeyd b. Hârise’yi vekil tayin ederek, mezkûr yağmacıyı takibe çıktı. Bedir nâhiyesinin Safevan vadisine kadar ilerledi. Ancak Kürz, takip edildiğini haber almış olduğundan daha önce sapa bir yoldan kaçmıştı.
Hicretin birinci yılında olan önemli olaylar nelerdir?
Ashaptan Es’ad b. Zürâre ile Gülsüm b. Hidm’in Vefatı
Gülsüm b. Hidm, ensarın ileri gelenlerindendi. Oldukça yaşlanmıştı. Mescid-i Nebevî yapıldığı sırada Kuba’da vefat etti.[1]
Hz. Gülsüm b. Hidm, Hicret’ten önce Müslüman olmuştu. Resûl-i Kibriya Efendimizi hicret esnasında Kuba’da evinde misafir etme şerefine ermişti. Peygamberimiz, on dört gün kadar evinde kalmıştı.
Es’ad b. Zürâre Hazretleri, Akabe Biatında Resûl-i Ekrem Efendimizle görüşen altı zâttan biri idi. Son Âkabe Bîatında ensarı temsilen seçilen dokuz temsilcinin arasında o da yer alıyordu.
Es’ad Hazretleri de, Gülsüm b. Hidm’in vefatından kısa bir zaman sonra vefat etti. Resûl-i Ekrem Efendimiz, vefatı esnasında yanında bulunuyordu. Onu yıkadı, kefenledi ve cenaze namazını kıldı. Sonra da onu Medine kabristanı olan Bâkî’ye defnetti. Bâkî Kabristanı’na ensardan ilk defnedilen zât, Es’ad b. Zürâre Hazretleridir.[2]
Abdullah b. Zübeyr’in Dünyaya Gelişi
İlk İslâm Devleti hangisidir?
Peygamber Efendimiz, on üç senelik Mekke devrinde mesaisini tamamıyla iman esaslarını anlatmaya hasretmişti. Bu imanî hizmet sâyesinde birçok kimse İslam’ın saadetli sînesine koşmuştu. İmanlı insanların sayısı çoğalmıştı ve Müslümanlar gözle görülür bir kuvvet haline gelmişlerdi. Ancak buna rağmen bu devrede İslam düşmanlarına karşı her türlü maddî mukabele yasaktı. Müslümanların tek silahı vardı, o da “sabır”dı.
Fakat hicretle yeni bir muhite gelinmişti. Şartlar tamamıyla değişmişti. Müslümanlar, imanlarının gereği olan her şeyi serbestçe yapabiliyorlardı.
Hz. Resûlullah’ın Medine’ye gelir gelmez gerçekleştirdiği en mühim iş —daha önce bahsedildiği gibi— muhacirlerle ensarı kardeş yapmış olmasıydı. Efendimiz, bununla, Müslümanlar arasında kuvvetli bir ittifak kurmuş oluyordu. İslam’ın, ırk, dil, sınıf ve coğrafî ayrılıkları tanımayan kardeşlik müessesesi, böylece tarihte ilk defa gerçekleşiyordu.
Ashab-ı Suffa kimdir?
Kıble, henüz Kâbe tarafına çevrilmeden önce idi.
Mescid-i Nebevî’nin kuzey duvarında, hurma dallarıyla bir gölgelik ve sundurma yapıldı. Buna “suffa” denildi. Burada kalan Müslümanlara da “Ashâb-ı Suffa” ismi verildi.
Mescid-i Şerif’in suffasında kalan bu sahabelerin, Medine’de ne meskenleri, ne de aşiret ve akrabaları, hiçbir şeyleri yoktu. Aileden uzak, dünya meşgale ve gailesinden âzade ve tam manasıyla feragatkâr bir hayata sahip idiler. Kur’an ilmi tahsil eder, Resûl-i Ekrem Efendimizin va’z ve derslerini dinleyerek istifade ederlerdi. Ekseriya oruçlu bulunurlardı.
Mescidi Nebevî'nin İnşâsı nasıl olmuştur?
(Hicretin 1. Senesi / Milâdî 622)
Resûl-i Ekrem, Medine’ye teşrif buyurduklarında, içinde cemaatle namaz kılabilecekleri, gerektiğinde toplanıp meselelerini konuşabilecekleri bir yerden mahrum bulunuyorlardı. Bu mühim vazifeler için merkez teşkil edecek bir mescit gerekiyordu.
Efendimiz, Medine’de ilk olarak bu mescidi inşa etmekle işe başladı.
Şehre ilk girdiklerinde devesi, Neccaroğullarından Sehl ve Süheyl adında iki yetimin, üzerinde hurma kuruttukları arsalarına çökmüştü. Bu iki yetim, Medineli Müslümanlardan Muâz b. Afrâ’nın (r.a.) himâyesinde bulunuyorlardı. Resûl-i Ekrem, bu arsayı satın almak istediğini, Muaz Hazretlerine bildirdi.
Mescid-i Nebevi
Mescid-i Nebevî
Ancak bu fedakâr sahabe, arsanın bedelini, himâyesindeki iki yetime vererek bu büyük şeref ve ücrete nâil olmak için bağışlamak istediğini söyledi.
Muhacirlerle Ensâr Arasında Kardeşlik nasıl kurulmuştur?
Allah rızası için her şeyini geride bırakıp Medine’ye hicret etmiş bulunan muhacir Müslümanlara, Medineli Müslümanlar (ensar) muhabbet ve samimiyetle kucaklarını açmışlardı. Ellerinden gelen her türlü yardımı onlardan esirgememişlerdi, esirgemiyorlardı.
Ne var ki muhacirler, Medine’nin havasına, âdetlerine ve çalışma şartlarına alışkın değillerdi. Mekke’den gelirken de beraberlerinde hiçbir şey getirememişlerdi. Bu sebeple, Medine’nin çalışma şartlarına ve kendilerine her türlü yardımda bulunduklarından dolayı (ensar) adını alan Medineli Müslümanlara ısındırılmaları gerekiyordu.
Nitekim Medine’ye hicretten beş ay sonra Resûl-i Ekrem, ensar ile muhaciri bir araya topladı. Kırk beşi muhacirlerden, kırk beşi ensardan olmak üzere doksan Müslümanı kardeş yaptı.
Mekke Devrinin Bir Hülâsası
Resûl-i Ekrem Efendimizin Medine’ye hicretleriyle, on üç senelik Mekke devri geride kalmış oluyordu. İslam tebliğ tarihinde mühim bir yer işgal eden bu devreyi burada tekrar özetlemek, hususan Peygamber Efendimizin bu devredeki tebligatını bir kere daha nazara vermekte birçok fayda vardır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Milâdî 610 yılında Cenab-ı Hak tarafından peygamber olarak vazifelendirildiği zaman, o günün Arap cemiyeti bütün dünyayla birlikte tarihinin en karanlık ve vahşetli devrini yaşıyordu. İçinde bulunduğu cemiyeti ve bütün insanlığı bu zulmet ve vahşetten kurtarma vazifesi ise Efendimizin omuzuna tevdi ediliyordu.
Onu peygamber olarak gönderen Cenab-ı Hak, aynı zamanda İslam’ı neşretme ve yaşayıp yaşatma vazifesinde nasıl hareket etmesi gerektiğini de bildiriyordu. Peygamber Efendimiz de bu emirlere göre hareket tarzını tayin ve tespit ediyordu.
Peygamber Efendimizin Medine'ye Gelişi nasıl olmuştur?
Medineli Müslümanlar, Resûl-i Kibriya Efendimizin Mekke’den Medine’ye gelmek üzere yola çıktığını duymuşlardı. Bunun için her gün sabah namazından sonra Harre mevkiine çıkarak, öğle sıcağı basıncaya kadar yolunu heyecan ve sabırsızlıkla beklerlerdi.
Yine bir gün teşrif-i Nebevîyi uzun uzun beklemişler, gelmediğini ve etrafını da şiddetli sıcaklığın bastığını görünce evlerine geri dönmüşlerdi.
Bu sırada bir işi için evinin damına çıkmış olan bir Yahudi, beyazlara bürünmüş birkaç kişinin çölün sıcaklığını, serap ve sisleri yara yara gelmekte olduğunu gördü. Müslümanların, Hz. Resûlullah’ı günlerden beri beklemekte olduğunu biliyordu. Kendisini tutamayarak, “Ey Arap topluluğu! İşte, beklediğiniz devletliniz geliyor!” diye haykırarak Müslümanlara müjde verdi.[1]
Bu müjde, Medine sokaklarında bir şimşek gibi çaktı. Şehir bir anda bayram havasına büründü. Çünkü insanlığa huzur ve saadet sunan zât geliyordu! Müslümanlar derhal silahlanıp o tarafa doğru koştular.
Peygamber Efendimize Hicretine Nasıl İzin Verilmiştir?
Kureyş müşrikleri, Resûl-i Ekrem Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kat’î karar almışlardı ve bunun için faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu sırada Cenab-ı Hak, Sevgili Resûlüne hicret emrini verdi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in evine her gün sabah veya akşam vakitlerinde uğrardı. Fakat hicret emrini aldığı gün, öğle vakti sıcağında, âdeti olmadığı bir saatte başını sararak Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Efendimizin geldiği haber verilence, Hz. Ebû Bekir şaşırdı ve “Vallahi, Resûlullah bu saatte hiç gelmezdi. Bu gelişinde mutlaka bir iş var!” diye konuştu. Sonra Efendimizi içeri alıp minderinin üzerine oturttu ve “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Ne haber var?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Yüce Allah, bana Mekke’den çıkmaya ve Medine’ye hicret etmeye izin verdi” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir merakla, “Senin refakatinle şereflenecek miyim yâ Resûlallah?” diye sordu.
Akabe Bîatları ve Medine'de İslâmın Yayılması nasıl olmuştur?
(Bi’setin 12. senesi / Milâdî 621)
Bi’setin 11. yılında Akabe mevkiinde İslamiyetle şereflenen altı Medineli, bir sene sonra aynı yerde buluşacaklarına dair Resûl-i Ekrem Efendimize söz vermişlerdi. İlk görüşmelerinin üzerinden bir sene geçip hac mevsimi gelince, içlerinde bir sene önce İslam’la şereflenmiş bulunan altı kişinin de bulunduğu Medineli 12 kişilik bir kafile Mekke’ye çıkıp geldi. Akabe denen küçük ve dar vadide bir gece vakti, gizlice Resûl-i Ekrem’le buluşarak görüştüler. Bu görüşme sonunda da:
a) Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak,
b) Hırsızlık yapmamak,
c) Zinada bulunmamak,
d) Çocuklarını öldürmemek,
e) Kimseye iftira etmemek,
f) Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak,
üzere Peygamber Efendimize bîat ettiler.[1]
Bu bîattan sonra Peygamber Efendimiz, kendilerine hitaben şöyle konuştu:
Peygamberimizin Kabileleri İslâma Dâveti nasıl olmuştur?
Resûl-i Ekrem, Taiflilerin insafsız ve âdice hücum ve hakaretlerine hedef olduğunda ve Mekke’ye döndüğünde müşriklerin daha da şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı halde, iman ve İslam’ı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Taif dönüşü, İslam’a davet dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslam’a davete başladı.
Bir davanın hızla intişarı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli müntesiplerinin çokluğuyla doğru orantılıdır. Resûl-i Ekrem de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, hem imana davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle hac mevsiminde Mekke etrafında konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabile ileri gelenlerinin her biri, ayrı ayrı bahaneler ileri sürerek İslam’a girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslam safına katılmalarına engel olunuyordu.
Bedir Savaşı ve Sonrası Peygamberimizin Yeni Evlilikleri hangileridir?
(Hicret’in 3. senesi Şâban ayı)
Uhud Savaşı’ndan iki ay kadar önceydi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’yla evlendi.
Resûl-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden önce dünyaya gelen Hz. Hafsa, daha önce Huneys b. Huzafe’yle (r.a.) evlenmişti. Huneys vefat edince Hz. Hafsa dul kalmıştı.[1]
Hz. Ömer, kızını evvela münasip bir dille Hz. Osman’a, ondan müspet cevap alamayınca da Hz. Ebû Bekir’e vermek istemişti. Ancak o da bu isteğine müspet veya menfi hiçbir cevap vermemişti.
Bedir savaşı sonrası Şâir Ka'b Bin Eşref'in Öldürülmesi olayı nasıl olmuştur?
(Hicret’in 3. senesi / Milâdî 624)
Ka’b b. Eşref, muhteris bir Yahudi, meşhur bir şâirdi. Bilhassa muhteşem Bedir muzafferiyetinden sonra, kıskançlık ve düşmanlığından Peygamberimiz ve Müslümanları hicveder dururdu. Mekke’ye giderek de müşrikleri Müslümanlara karşı tahrikte bulunur, Bedir’de öldürülen müşrikler için mersiyeler düzerek onların intikam ve düşmanlık hislerini kabartmaya çalışırdı. Medine’de ise, Müslümanların kız ve hanımlarına dil uzatacak kadar küstahlık gösterirdi.
Şiir ve hitabetin Arap hayatında büyük rol oynadığından daha evvel bahsetmiştik. O günün şiir ve hitabeti bugünün matbuatı seviyesinde tesir icra ediyordu. Dolayısıyla bu Yahudi şâirin İslam düşmanlığı yalnız kendisine âit kalmıyor, etrafa da sirayet ediyordu. Bu bakımdan, Resûl-i Ekrem, bu menhus adamın şiirleri üzerinde fazlasıyla duruyor, önüne geçmek için çareler arıyordu.