Asr-ı Saadet
Peygamber efendimizin hayatı ve asr-ı saadetten kesitlerin yer aldığı köşemiz.
Taif kuşatması nasıl olmuştur?
Huneyn Harbi’nde Müslümanlar karşısında hezimete uğrayan Sakifliler, yurtları olan Taif’e gidip sığınmışlardı; şehrin kapılarını üzerlerine kapayarak, savaşmaya hazırlanmışlardı.
Burası, şirkin son sığınaklarından biriydi. Bir daha iman ve İslam’a karşı koyacak cesareti kendisinde bulamayacak bir şekilde başı ezilmeliydi. Havazin ve Sakiflileri Müslümanlara karşı ayaklandıran Mâlik b. Avf da gelip buraya sığınmıştı. Onun da yakalanıp hakettiği cezaya uğratılması gerekiyordu!
Bu sebeple Peygamber Efendimiz, mücahitlerle birlikte Taif’e doğru yol almaya başladı. Burasını çok iyi biliyordu. Seneler önce, burada hayatının en acı ve acıklı günlerini yaşamıştı. Taiflileri İslam’a davet etmeye gelmişken, onlar kendisini taşa tutmuşlar, kan revan içinde bırakmışlardı.
İslam ordusu kısa zamanda Taif önlerine vardı. Fakat Sakifliler kuvvetli kalelerine kapanmışlar ve bütün ihtimalleri göz önünde bulundurarak bol miktarda yiyecek stoğu da yapmışlardı.
Huneyn Muharebesi nasıl gerçekleşmiştir?
(Hicret’in 8. yılı 5 Şevval Cumartesi / Milâdî 27 Ocak 630)
Mekke’nin fethiyle Kureyş’in hemen hemen tamamı İslamiyetle şereflenmişti. Fetih, aynı zamanda civar kabileler, bilhassa Kureyşlilere taraftar bulunan kabileler üzerinde müspet tesirler bırakmış ve onların İslam ve Müslümanlara karşı gönüllerinde sevgi dolu sıcak bir alâka duymasına sebep olmuştu. Bu ciddi alâka, onların bundan böyle Resûl-i Ekrem safında yer alacaklarının bir işareti sayılıyordu.
Bununla birlikte gönülleri hâlâ bu sıcak ilgiden mahrum bulunan ve mahrumiyetten sıyrılmak arzusu taşımayanlar da vardı: Sakif ve Havazin kabileleri, bunların başında yer alıyordu. Bunlar, eskiden beri Peygamberimiz ve Müslümanlara karşı şiddetli düşmanlıklarıyla biliniyorlardı. Birçok Arap kabilesi gelip Resûl-i Ekrem’e sadâkat elini uzattığı halde, bunlar düşmanlıklarını bir türlü yenemiyorlardı. O civarın en güçlü kabileleri oluşu kendilerini aldatıyor ve yersiz bir gurura sevkediyordu.
Mekke nasıl fethedilmiştir?
(Hicret’in 8. senesi Ramazan ayı, Cuma / Milâdî 630 Ocak)
Mekke: Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir... O Kâbe ki “Çok mübarek ve âlemlere hidayet olan Beyt’tir.”[1]Mübarekiyeti ve hidayete vesile oluşu Tevhid-i İlâhî’nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmektedir. İlk bânisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.), onu bu gaye için inşa etmişti. Zamanla bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş, fakat temelleri sâbit kalmıştı. Ebu’l-Enbiya [Peygamberlerin Babası] lakabıyla anılan Hz. İbrahim, Allah’ın emir buyurmasıyla, oğlu Hz. İsmail’le birlikte, bu temel üzerine Kâbe’yi yeniden inşa etmişler ve Kâbe “tevhid” inancının yeniden mücessem bir sembolü olmuştu.
Halid Bin Velid'in Necran'a neden gönderilmiştir?
(Hicret’in 10. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 631)
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu tarihte Hz. Hâlid b. Velid’i dört yüz mücahitle Yemen civarındaki Necran’da oturan Hâris b. Ka’boğullarına gönderdi.[1]
Resûlullah’ın Hâlid b. Velid’e emri şöyleydi:
“Onları üç gün İslam’a davet et. İcabet ederlerse, gerekeni yap; şayet icabet etmekten kaçınırlarsa, onlarla savaş!”[2]
Hz. Hâlid, emrindeki mücahitlerle Necran yakınına vardı. Birkaç taraftan süvari elçiler göndererek Hâris b. Ka’boğullarını üç gün üst üste İslamiyete davet etti. Necran halkı, sonunda davete icabet ederek Müslüman oldu.[3]
Bunun üzerine, Hz. Hâlid, İslam’ın ahkâmını öğretmek üzere aralarında bir müddet kaldı. Sonra da durumu Resûl-i Ekrem Efendimize bir mektupla bildirdi. Mektubunda, ne yapması gerektiğini de soruyordu.
Peygamberimizin Hz. Hâlid’e Cevabı
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hâlid’in mektubuna şu cevabı yazıp gönderdi:
“Bismillahirrahmânirrahîm!
Hicretin Dokuzuncu Senesinde gerçekleşen bazı mühim meseleler nelerdir?
Urve b. Mes’ud’un Müslüman Olması ve Şehâdeti
Urve b. Mes’ud, Taiflilerin ileri gelenlerindendi. Peygamber Efendimiz ordusuyla Taif’i muhasara altına aldığı sırada o, Yemen’in Cüreş şehrinde bulunuyordu. Orada, Taif müdafaası için mancınık vesaire yapma san’atını öğreniyordu.
Peygamber Efendimiz, Taif’ten muhasarayı kaldırıp ayrıldıktan sonra Taif’e döndü. Bir müddet sonra da Cenab-ı Hak, kalbine İslam’ın sevgisini düşürünce, çıkıp Medine’ye geldi. Hicret’in 9. yılı Rebiülevvel ayında Resûl-i Ekrem Efendimizin huzurunda İslamiyetle şereflendi.[1]Efendimiz, bu değerli insanın Müslümanlar safına katılmasından fazlasıyla memnun oldu.
Urve b. Mes’ud, Medine’de bir müddet kaldıktan sonra bir gün Resûl-i Ekrem Efendimize, “Yâ Resûlallah! Müsaade buyurun da, gidip kavmimi İslamiyete davet edeyim!” dedi.
Hac ne zaman nasıl farz kılınmıştır?
İslam’ın beş şartından biri olan hac, Hicret’in 9. senesinde farz kılındı.[1]
“Doğrusu, insanlar için konulan ilk mâbed, şüphesiz ki Mekke’de bulunan çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Beyt’tir.
“Orada açık alâmetlerle İbrahim’in (a.s.) makamı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emin olur.
“Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyt’i haccetmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır, farzdır. Kim bu farzı tanımazsa, herhalde Allah’ın ihtiyacı yok. O, bütün âlemlerden müstağnîdir”[2]meâlindeki ayet-i kerimeler, Hicret’in 9. yılında nâzil olunca, Hz. Resûlullah bir hutbe irad ederek Müslümanlara bu mükellefiyetlerini şöyle bildirdi:
“Ey insanlar! Hac, üzerinize fark kılındı; o halde haccediniz!”[3]
Resûl-i Ekrem’in bu tebliği üzerine sahabeler, “Yâ Resûlallah, her yıl mı?” diye sordular.
Peygamber Efendimiz, cevap vermeyerek sustu.
Abdullah Bin Übeyy'in nasıl ölmüştür?
Abdullah b. Übey b. Selûl, münafıkların reisi idi. Hz. Resûlullah’ın aziz şahsiyetini nazarlardan düşürmek, İslamiyetin inkişafına mani olmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için elinden gelen gayreti ömrü boyunca göstermekten geri durmamıştı. Bu menhus maksadını tahakkuk ettirmek için de birçok iftirada bulunmuştu. Müslümanların tesanüde en çok muhtaç olduğu bir zamanda bu adam tesanütlerini bozucu hareketlerde bulunurdu. Fakat Cenab‑ı Hakk’ın inayeti ve Resûlullah’ın tedbir ve himmeti ile bu teşebbüsleri hep akim kalırdı.
Başında bulunduğu nifak şebekesinin yaptıklarından dolayı haklarında ayet-i kerimeler, hatta “Münafıkûn” adında müstakil bir sure nâzil olmuştu.
Bu sebeple, Hz. Resûlullah, bunlara karşı hep ihtiyatlı davranır, hal ve hareketlerini kontrol altında bulundurur ve İslam câmiasının ittifak ve tesanüdünü bozucu plânları karşısında hep tedbirli olurdu.
Benî Hilâl Heyeti nedir?
Resûl-i Ekrem’e bîat etmek üzere Medine’ye gelen heyetler arasında Benî Hilâl kabilesi temsilcileri de bulunuyordu. Bunlar, Abdi Avf b. Asram ve Kabîsa b. Muharık adında iki kişi idi.[1]
Abdi Avf, arkadaşıyla gelip Peygamberimizin huzurunda Müslüman olunca Efendimiz, “İsmin nedir?” diye sordu.
“Abdi Avf’tır” dedi.
Peygamber Efendimiz, “Sen, Abdullah’sın” buyurarak ismini değiştirdi.
Halktan Yardım İstemek Câiz mi?
Hilâloğulları temsilcilerinden Kabisa b. Muharık, bir ara Peygamberimize, “Yâ Resûlallah! Ben, kavmimden birisine kefil olup borçlandım. Bu hususta bana yardım et!”[2]diyerek yardım talebinde bulundu.
Sakif Kabilesi Heyetinin Medine'ye Gelişi nasıl olmuştur?
(Hicret’in 9. senesi Ramazan ayı)
Urve b. Mes’ud, Sakif kabilesinin en çok sevilen reislerinden biri idi. Mekke’nin fethinden sonra Hicret’in 9. senesinde Medine’ye gelerek Müslüman olmuştu. Sonra da kabilesini İslam’a davet etmek üzere Peygamberimizden izin istemişti. İzin verilince de Taif’e dönerek kabilesini İslam’a davet etmişti. Ancak hakkı kabul etmemekte direnen Sakifliler tarafından ok yağmuruna tutularak şehit edilmişti.[1]
Urve’nin şehit edildiği haberini alan Peygamber Efendimiz, “Urve de Yâsin Ehli[2]gibi kabilesini Müslüman olmaya davet etti ve sonunda şehit oldu”[3]diye buyurmuşlardı.
Sakifliler Baskı Altında
İşte, bu şehâdet hadisesinden sonra Peygamber Efendimiz, Sakiflilerin takibini daha da artırmıştı. Bu vazifeyi, Müslüman olan Havazinlilerin Reisi Mâlik b. Avf’a yaptırıyordu. Mâlik, Sakiflileri öylesine baskı altında tutuyordu ki bir ara kalelerinden dışarı çıkamaz olmuşlardı.
Hz. Ümmü Gülsüm ne zaman vefat etmiştir?
(Hicret’in 9. senesi)
Resûl-i Ekrem Efendimizin kerimesi ve Hz. Osman’ın zevcesi Hz. Ümmü Gülsüm, Hicret’in 9. senesinde vefat etti.[1]Yıkanıp kefenlendikten sonra, namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı.[2]Defnedildikten sonra kabrinin başında bir müddet oturdu. Bu sırada gözlerinden yaşlar aktığı görüldü.
Hz. Ümmü Gülsüm, Peygamber Efendimizin en küçük kızı, Hz. Fâtıma’nın büyüğü idi. Annesi Hz. Hatice Müslüman olduğu sırada Müslüman olmuştu.
Hz. Osman’ın, Hz. Ümmü Gülsüm’den çocuğu olmamıştı.[3]
___________________________
[1]İbn Hacer, el-İsabe, c. 4, s. 489.
[2]İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 38-39.
[3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 37-38.
Tebük Gazâsı nasıl gerçekleşmiştir?
(Hicret’in 9. senesi Receb ayı / Milâdî 630)
Hicret’in 9. senesi, İslam’ın Arabistan Yarımadası’nda bütün haşmetiyle yayıldığı senedir. Bir taraftan dalga dalga insanlar Medine’ye gelerek Resûl-i Ekrem’e İslamiyet üzerine bîat ediyor, diğer taraftan Müslüman olmuş kabilelerin dinî ve idarî işlerini tanzim etmek gayesiyle etrafa memurlar ve vâliler gönderiliyordu. Hülâsa, Asr-ı Saadet’te İslam, 9. Hicrî senede en şaşaalı ve ihtişamlı devrini yaşıyordu.
Ancak parlayan bu güneşin haşmetini çekemeyen devletler de vardı. Onlardan biri, o zamanın en güçlü devletleri arasında yer alan Bizans’tı. Başında Kayser Heraklius vardı. Çevredeki Hıristiyan Araplardan da gördüğü tahrik neticesinde Din-i Mübîn-i İslam’ı ve müntesiplerini ortadan kaldırmak maksadıyla büyük bir ordu hazırlıyordu. Bu maksatla Cüzam, Lahm, Âmile, Gassan v.s. kabileler de Heraklius’un bu ordusuna katılacaklardı.[1]Bir insan seli halinde Medine üzerine akacak ve güya Müslümanları imhâ edeceklerdi.
Vedâ Haccı nasıl yapıldı?
(Hicret’in 10. senesi Zilhicce ayı / Milâdî 632 Mart)
Hicret’in 10. yılı Zilkade ayı idi.
Bu tarihte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, hac için hazırlandı. Medine’deki Müslümanlara da haccetmek üzere hazırlanmalarını emir buyurdu. Ayrıca Medine dışındaki Müslümanlara da bu maksatla hazırlanıp Medine’de toplanmaları için haber gönderdi.
Bu haber üzerine, haccetmek arzusunda olan binlerce Müslüman, Medine’ye akın etmeye başladı. Çok geçmeden, Medine, iman ve İslam’ın nuruyla münevver simalarla dolup taştı. Medine etrafında çadırlar kuruldu.
Müslümanlar eşsiz bir bayram sevinci yaşarken, Resûl-i Kibriya Efendimiz de, tebliğ ettiği azametli davanın muazzam neticesini görmenin huzur ve saadeti içinde Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükrediyordu.
Medine’den Ayrılış
Zilkade ayının çıkmasına beş gün vardı. Günlerden Cumartesi idi.
Vedâ Hutbesi nasıl ne zaman verildi?
Arafat’ta Allah’a hamd ve senâdan sonra hususî olarak o sırada hazır bulunan yüz bini aşkın (yüz yirmi bin) sahabeye, umumî olarak da bütün Müslümanlara, bütün insanlığa, değişmez, eskimez ölçüler ihtiva eden şu hutbesini irad buyurdu:
“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım!
“İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.
“Ashabım!
“Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak mes’ul olacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız!
“Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
Vedâ Tavafı nasıl yapıldı?
Zilhicce’nin 14’ü, Çarşamba günü...
Resûl-i Kibriya Efendimiz, sabah namazından önce, Beytullah’a tavaf için gidileceğini ashab-ı kirama ilan etti; daha sonra, Kâbe-i Muazzama’ya gidip Veda Tavafı yaptı.[1]
Medine’ye Dönüş
Resûl-i Kibriya Efendimiz ve ashab-ı kiram, Veda Tavafından sonra, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye doğru yola çıktılar. Gadir-i Hum vadisinde konakladılar. Efendimiz orada öğle namazını kıldırdı. Namaz bitince ashabına, “Ey insanlar! Biliniz ki ben de insanım! Çok sürmez; Yüce Rabbimin elçisi gelecek, beni ebedî âleme çağıracak. Ben de onun davetine icâbet edeceğim. Yakında size veda edeceğim!” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:
“Eğer sadâkatle sarılırsanız, sizi doğru yolda muhafaza edecek iki şey bırakıyorum: Onların birincisi Allah’ın kitabı Kur’an’dır; ki içinde hidayet ve nur vardır. Ona sımsıkı sarılınız! İkincisi de Ehl-i Beytimdir.”[2]
Yalancı Peygamberler neden nasıl ortaya çıktılar?
Peygamber Efendimizin Veda Haccı’ndan sonra, etraftan gelen Müslümanlar memleketlerine dönmüşlerdi. Aldıkları tâlimatları memleketlerine götürmüşler, halka onları anlatmışlardı.
Veda Haccı esnasında inen Mâide Suresi’nin üçüncü ayet-i kerimesi, dinin kemâle erdiğini beyan ediyordu. Bu, Resûl-i Kibriya Efendimizin aynı zamanda vefatının da yakınlaştığının ifadesi oluyordu. Bunu bir kısım Müslüman sezmişti. Veda Haccı’ndan sonra Peygamber Efendimizin hastalanması ise buna kuvvet vermişti.
Bu esnada Araplardan bazı kimseler peygamberlik davasına kalkıştı.
Bunların ilki, Benî Ans kabilesinden Esvedü’l-Ansî diye tanınan Abhele b. Ka’b idi. Kâhin ve hokkabaz bir adamdı; sözleriyle halkı tesir altına alırdı.[1]