Asr-ı Saadet

Peygamber efendimizin hayatı ve asr-ı saadetten kesitlerin yer aldığı köşemiz.




Üsâme Ordusu

Hicret’in 11. senesi Sefer ayının 26’sı, Pazartesi günü idi.

Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalanmasına bir gün gibi kısa bir zaman var­dı. Buna rağmen o, yine İslam’ın istikbâl ve inkişafını ilgilendiren tedbirler al­mak, gerekli teşebbüslerde bulunmakla meşguldü.

Bizans, İslam devleti için her zaman büyük bir tehlike hüviyetini koru­yor­du. O zamana kadar da gerekli dersi tam manasıyla almış değildi. Bu se­beple, Peygamber Efendimiz, o tarafa büyük ehemmiyet veriyordu.

Pazartesi günü, ashab-ı kirama sefer için hazırlanmalarını emretti. Hedef belli idi: Bizanslılarla, yani Rumlarla muharebe... Emri duyan Müslümanlar ev­lerine dağılıp süratle hazırlığa başladılar.

Ertesi gün, yani Salı günü Resûl-i Kibriya Efendimiz, Üsame b. Zeyd Haz­retlerini huzuruna çağırttı. Ona şu emri verdi:

“Seni, hazırlanan ordu üzerine komutan tayin ediyorum! Süratle harekete geç, babanı şehit edenler üzerine yürü. Allah, sana zafer ihsan ederse, orada fazla durma, geri dön!”[1]

Hz. Resûlullah'ın Vefâtından Sonrasında neler oldu?

Hâtemü’l-Enbiya Efendimizin pâk ruhları artık Âlâ-yı İlliy­yîn’e [En Yüksek Makama] yükselmişti. Ezvac-ı Tâ­hi­rat, üzerine bir örtü örttüler ve feryada başladılar!

O sırada annesi tarafından “Hz. Re­sû­lul­lah’ın son anlarını yaşadığını” ha­ber alan Hz. Üsame, hareket etmeyip or­dusuyla Mescid-i Şerif’e gelmişti. Hâ­ne-i saadette feryat ve figanın yükseldiğini duyan ashap, kalplerinden vu­rul­muşa döndüler. Sanki gök kubbe bir anda başlarına yıkıl­mış gibiydi. Herke­sin nutku tutulmuş, gözler damla damla keder ve hüzün akıtıyordu.

Hz. Ömer, cesaret ve adalet timsâli Hz. Ömer bile kendisini bu dehşetli ânın tesirinden kurtaramadı; hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle ba­ğırdı:

“Re­sû­lul­lah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece, Hz. Mûsa’ya ârız olan saika gibi bir saika ârız olmuştur. Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!”[1]
Halkı Teskin Eden Sıddık-ı Ekber

Zübeyr bin Avvam (r.a.) kimdir, nasıl Müslüman olmuştur?

Peygamberimizin (a.s.m.), “Her peygamberin bir havarisi [yardımcısı] vardır, benim de havarim Zübeyr’dir”[1]buyurarak methettiği Hz. Zübeyr, İslam’a gönül veren ilk bahtiyarlardandır. Peygamberimizin en yakın dava arkadaşıdır. Ayrı­ca halası Hz. Sa­fiyye’nin oğludur. Babası Avvam, Hz. Hatice validemizin kar­deşidir. Nesebi, Peygamberimizin nurlu silsilesiyle, dedelerinden Kusay’da bir­leşir.

Hz. Zübeyr küçük yaşta yetim kaldığından annesi tarafından yetiştirildi. Hz. Safiy­ye, oğlunun terbiyesinde çok titiz davranıyordu. Onu hayata hazırlamak için bazen dövdüğü de olurdu! Bunu görenlerin, “Çocuğun kalbini çok kırıyor­sun, onu helak edeceksin!” demelerine karşı Hz. Safiyye şu cevabı veriyordu:

“Benim Zübeyr’i dövmem, onu sevmediğimden değildir. Ben onu akıllanma­sı, adam olması ve ilerde orduları bozguna uğratarak ganimetle dönecek bir kahraman olması için terbiye ediyorum.”[2]

Talha bin Ubeydullah (r.a.) kimdir, nasıl Müslüman olmuştur?

Kahramanlığı ve eşsiz faziletleriyle Allah ve Resûl’ünün sayısız iltifatlarına mazhar olan, bilhassa Uhud Savaşı’ndaki kahramanlığıyla asırlar boyu hayran­lıkla yâd edilen Hz. Talha bin Ubeydullah, Re­sû­lul­lah’ın en yakın Ashâbından, Dört Halife devrinin ön­de gelen şahsiyetlerinden, bu devir şûra meclislerinin mümtaz ve değişmeyen âzaların­dan biridir. Bütün hayatını Allah ve Resûl’ü uğ­runda vakfeden mümtaz bir sa­ha­bidir. Peygamberimiz (a.s.m.) onu bu fâni âlemde ebedî saadetle müjdelemiş, böylece “Aşere-i Mübeşşere” olarak bilinen bahtiyarların arasına katılmıştır.

Hz. Talha’nın Müslüman oluşu bir seyahat sonrasına rastlar. Ticaret için git­tiği Basra’da bir rahipten “Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberlik ilan ettiği” haberini aldı. Mekke’ye döner dönmez de bu haberi araştırdı. İlk Müslüman Hz. Ebû Bekir’le görüştü. Onun vasıtasıyla Re­sû­lul­lah’ın huzuruna çıktı. Ve ilk görüşmede hidayet nuru kalbine doluverdi. Müslümanların safına katıldı.[1]

Sâid bin Zeyd (r.a.) kimdir, nasıl Müslüman olmuştur?

Hidayet semasındaki Peygamber yıldızları bir bir doğuyordu. Her yıldızın boy göstermesiyle cehalet karanlıkları biraz daha kayboluyor, dünya biraz daha ay­dınlanı­yor­du. İnsanlığı saadete erdirecek nurlu ufuk daha da bariz hâle geliyor­du. İşte bu ufuktaki yıldızlardan birisi de Hz. Said idi.

Hz. Said, henüz 19-20 yaşlarında cevval bir gençti. Peygamberimizin İlahî davetini du­yar duymaz, hiç tereddüde kapılmadan, hanımıyla birlikte huzuruna varıp, İslam kev­serinden abıhayatı yudumladılar. Genç karı koca artık hak di­nin mesut birer ferdi ol­muşlardı. İslam safında 12 ve 13. sırayı al­mışlardı.[1]

Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) kimdir nasıl Müslüman olmuştur?

Hayatında iken cennetle müjdelenen 10 sahabiden birisi de Hz. Sa’d bin Ebî Vak­kas’tır (r.a.). Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla Müslüman oldu. Müslümanların yedincisiydi. O sırada 19 yaşında cevval bir delikanlıydı. Anne tarafından Pey­gamberimizin (a.s.m.) akrabası oluyordu. Peygamberimiz, “İşte benim dayım Sa’d. Böyle bir dayısı olan var mı?” diyerek ona iltifatta bulunurdu.

Hz. Sa’d, İslam’a bütün kalbiyle inanmış, emirlerine canla başla sarılmıştı. Tam bir iman eri ve bir İslam fedaisiydi. Fakat onun Müslüman olması, namaz kılması, Peygamberimize gönül verip onun sevgisini her şeyden üstün tutması, ona bağlılığı, annesini rahatsız etti. Oğlunu karşısına aldı. Dininden vazgeçme­sini istedi. Fakat ikna edemeyince başka bir çareye başvurdu. Hz. Sa’d’ı en za­yıf noktadan yakaladı:

“Allah’ın, hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne ve babaya karşı iyi davran­mayı emrettiğini söyleyen sen değil misin?” dedi. Hz. Sa’d:

“Evet, Allah biz Müslümanlara bunu emrediyor.” cevabını verdi.

Abdurrahman bin Avf (r.a.) kimdir nasıl Müslüman olmuştur?

Cennetle müjdelenen 10 Sahabeden birisi olan Abdurrahman (r.a.), Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) tabi olan ilk sekiz Müslüman’dan biri olup, Hz. Ebû Bekir (r.a.) vasıtasıyla İslam’a girenlerin de beşincisi idi. Fil Vakası yılında dünyaya gelmiş olan Abdurrahman (r.a.), Hz. Peygamber’le (a.s.m.) aynı yaşta idi.

İslamiyet’ten önce ismi “Abdülkâbe” iken, Re­sû­lul­lah (a.s.m.) “Abdurrahman” olarak değiştirdi. Hem Habeşistan’a hem de Medine’ye hicret etmekle, iki şerefi birden kazanan Müslümanlardan birisi oldu.

Hicret’ten sonra çok müstesna ve tatlı bir manzara sergilenmişti. Şöyle ki:

Mekkeli muhacirlerle, Medineli ensar İki Cihan Peygamberi’nin (a.s.m.) işa­ret­le­riy­le kardeş ilan edilmişti. Ensar, Mekkeli kardeşleri için, öz kardeşlerine yaptıklarından da öte fedakârlıklardan çekinmiyor, evine barkına ve malına mülküne onları ortak edi­yordu. Herkes kardeş olmuş, sıcak ve taze duygularla birbirinin boynuna sarılıyor idi.

Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur?

Hz. Ali, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Tâlib’in oğluydu. Ebû Tâlib, maddi durumu iyi olmamasına rağmen, uzun yıllar Peygamber Efendimizi ken­di yanında büyüttü. Hattâ o sofraya gelmeden ailesinden kimseyi yemeye baş­latmazdı. Çok tecrübelerle, Peygamberimizin “bereket sebebi” olduğunu biliyor­du.

Re­sû­lul­lah (a.s.m.), Hz. Hatice’yle evlendikten sonra, “amcasının yükünü hafif­let­mek ve ona minnet borcunu ödemek” düşüncesiyle Hz. Ali’yi yanına aldı. O sı­ralar Hz. Ali henüz 4-5 yaşlarında bir çocuktu. Bu sebeple, çocukluk yılları Pey­gamber Efendimi­zin terbiyesi altında geçti.

Kâinatın Efendisi peygamberlikle vazifelendirildiğinde, Hz. Ali 10 yaşında bulunuyordu. Ona ilk iman etme şerefine, kadınlardan Hz. Hatice, çocuklardan da Hz. Ali ermişti.

Hz. Ali bir gün Peygamberimizle Hz. Hatice’yi namaz kılarken görmüş, hay­ranlıkla seyre koyulmuştu. Namaz bitince hayranlığını gizleyemeyerek çocuk­su bir edayla, Peygamberimize:

Osman bin Affan (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur?

Peygamberimizin üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenen bahtiyarlardan biriydi. Hz. Ebû Bekir, ilk defa eski samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı. Bu dost­larından biri de Hz. Osman’dı. Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti. İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti. Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu. Sonra da birlikte Re­sû­lul­lah’ın huzuruna gittiler.

Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Osman’a:

“Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” dedi. Kur’ân-ı Kerim okudu.

Hz. Osman İlahî kelamın cazibesine kapıldı. Hemen Kelime-i Şehadet getire­rek Müslüman oldu. Hz. Osman, daha sonraları bu hissiyatını şöyle dile geti­rir:

Ömer bin Hattab (r.a.) nasıl Müslüman olmuştur?

Peygamberlik güneşinin kâinatı aydınlatmasının üzerinden altı yıl geçmişti. Şirk ile tevhid arasındaki mücadele her geçen gün daha da artıyordu. İman sa­fına geçenlerin sa­yısı arttıkça, müşriklerin baskı ve zulümleri de o nispette artı­yordu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) İslam’ın kuvvetlenmesi ve Müslümanların zulüm ve işkenceden kurtulması için çareler arıyordu. Bu maksatla, bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a hicret etmesine izin veriyordu.

Müşriklerin bir araya toplanıp Re­sû­lul­lah’ın vücudunu ortadan kaldırma kara­rı aldıkları günlerdi… Müslümanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer’den birinin Müslüman olması için Allah’a duada bulundu ve şöyle niyaz etti:

“Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab’la kuvvetlen­dir!”[1]

Ebu Bekir (r.a.) nasıl Müslüman oldu?

İslam dininin Peygamber Efendimizden sonra ikinci büyük şahsiyeti Hz. Ebû Bekir’dir (r.a.). İslam davası uğrunda eşsiz bir fedakârlık örneği ve sadakat tim­sali olmuştur. Hayatı baştan sona ahlak, fazilet ve yüce insanlık örnekleriyle do­ludur.

Hz. Ebû Bekir (r.a.), henüz peygamberlik güneşinin dünyamızı aydınlatmadı­ğı o vah­şet devirlerinde bile, içi aydınlık bir şahsiyetti. Hayatında bir kere olsun cansız ve şuur­suz, ne kendilerine ne de başkasına fayda ve zarar veremeyen putlara tapma gibi bir bedbahtlığa düşmemişti. İçki, kumar gibi Cahiliye âdetle­rine iltifat etmemiş, yaradılış­tan yüksek ruhlu biriydi. Mekke’de herkes tarafın­dan sevilen ve saygı duyulan bir kim­seydi. Zengindi, itibarlıydı. Ticaretle meş­gul olurdu. Düşkünlere yardım etmeyi severdi.

Hz. Ebû Bekir ticaret sebebiyle çeşitli ülkelere gidip gelen, kültürlü ve araştı­ran biriydi. İçinde bulunduğu devrin insani değerler bakımından tam bir çöküş hâli yaşadığını biliyor ve hissediyordu.

Hz. Ebubekir Döneminde gerçekleşen iç olaylar nelerdir?

1. Hz. Ebubekir Dönemi (632 – 634)
İç Olaylar
• Hz. Muhammed’in vefatından sonra zekat vermeyen ve dinden dönenlerle mücadele edilerek düzen sağlanmıştır.
• Yalancı peygamberler ortadan kaldırılmıştır.
• Kur’an-ı Kerim ayetleri toplanarak bir kitap haline getirilmiştir.
Kuran-ı Kerim’in kitap haline getirilmesinde;
• Hz. Muhammed’in vefat etmesi
• Yalancı peygamberlerin ortaya çıkması
• Hafızların savaşlarda şehit olmaları
• Ayetlerle hadislerin birbirine karışmasının önlenmek istenmesi
• Kuran ayetleri arasına rivayetlerin girmesinin önlenmek istenmesi
• S Kuran’ın yazılı olduğu malzemenin (deri, taş, ağaç gibi) korunmasındaki zorluklar
etkili olmuştur.

Emeviler kimdir?

EMEVİLER KİMDİR?

İslâm tarihinde "Dört Halife Devri"nden sonra İslâm Devleti'nin başına gelen hanedana verilen ad. "Beni Ümeyye" de denir.

Abbasiler kimdir?

Ebu Müslim’in Emevi Devleti’ni yıkarak Kûfe de Ebul Abbbas ı halife ilan etmesiyle Abbasi Devleti
kuruldu. İlk Abbasi halifesi Ebu’l Abbas Abdullah, Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundandır.Bu
nedenle devletin adı Abbasi Devleti oldu. Ebu’l Abbas Abdullah Emevi sülalesinden olan muhaliflerini
etkisiz hâle getirerek otoriteyi sağladı. Daha sonra halife olan Ebu Cafer Mansur, devletin başkentini
Kûfe’den Bağdat’a taşıdı.

abbasiler, abbasi devleti haritası

Abbasilerin en parlak dönemi Harun Reşid dönemidir (786-809).Harun Reşid’den sonra yerine
sırasıyla oğulları Emin, Memun ve Mutasım halife oldular. Emeviler zamanında sürekli olarak Araplarla
savaşan Türkler, Abbasiler zamanında İslamiyeti benimsemeye başladılar. Çünkü Abbasiler, Emeviler
gibi Arap milliyetçiliği yapmadılar. Türklere ve Arap olmayan Müslümanlara karşı iyi davrandılar.
Onların bu siyasetleri sonucu Talas Savaşı’ndan sonra Türkler arasında İslamiyet hızla yayıldı.

Kur'an'ı Kerim ne zaman kitap haline getirildi?

Vahiy Katipleri indirilen ayetleri o dönemin yazı malzemesi olan deri, ağaç kabuğu, papirüs kağıdı ve kemik gibi malzemeler üzerine yazıyorlardı. Bu belgeler üzerinde ayetlerin ve surelerin yer ve sıralarına ait bilgiler de yer alıyordu. Bu malzemelerin düzgün bir şekilde yazılıp kitap haline getirilmesi gerekiyordu.

İlk Halife Hz. Ebubekir, halifeliği döneminde Kur’an sayfalarını toplayarak bir araya getirmeyi kararlaştırdı. Bu amaçla Vahiy Katibi ve hafız olan Zeyd bin Sabit başkanlığında bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon çok büyük bir titizlikle Kur’an’ı bir araya getirerek kitaplaştırma işine başladı. Her ayet, Peygamberin huzurunda yazıldığına dair en az iki şahitle birlikte kabul ediliyordu. Bu şekilde iki kapak arasında toplanan Kur’an Mushafı oluşturulmuş tur. Bu asıl Mushaf daha sonra Peygamberimizin hanımı Hz. Hafsa’ya emanet edilmiştir.